Türkiye Yüzyılı ve Türk Asrı İçin Büyük Fırsat!
- Prof. Dr. Mehmet Sezai TÜRK
- 26 Mar
- 8 dakikada okunur
Yirminci yüzyılın başlarında yeşeren fidanlar şartların uygun olmamasından, Osmanlı’nın ve diğer Türk Devletlerinin zayıf olmasından kaynaklı büyümedi, büyütülemedi. Bugünlere geldiğimizde fidanlar yeniden dikildi. Artık hem şartlar uygun hem de halklar. Geçmişteki eksiklikler yeniden gözden geçirilmeli ve bu fırsat iyi değerlendirilmelidir. Yapılacak hataların telafisi yoktur ve tarihi fırsatın kaçmasına sebep olabilir.

Türk Dünyası hiçbir dönemde olmadığı kadar birlik ve bütünleşmeye doğru adım adım ilerliyor. Tüm Turan illerini bu heyecan sardı ve Türk Çağı, Türk Asrı, Türkiye Yüzyılı artık bir hayal olmaktan çıkıp somut bir gerçeğe, ete kemiğe bürünmeye başladı. 20. Yüzyılın hayalleri 21. Yüzyılın gerçeğine dönüşmek üzere!
İslam düşüncesi ve tasavvuf tarihinin dev isimlerinden Muhyiddin İbnü’l Arabi ve Müştak Baba'nın kehanetleri yaşamakta olduğumuz bu yeni duruma geçmişten gelen bir heyecan kattı. Diriliş Ertuğrul dizisinin 2014’te yayınlanan bölümlerinde Arabi karakteri yer alıyordu. İbnü’l Arabi’nin eserlerindeki şifreli diline atfen kehanetleri ve rüyalarla ilgili yorumları tüm dünyada olduğu gibi Türk Dünyasında da beğeniyle izlenen bu dizi yoluyla merak uyandırdı. Bunlar arasında en ilgi çekici olan Arabi’ye atfen dile getirilen “Osmanlı’dan sonra 100 yıl duraklama olacak. Sonra kurulacak devlet ise 10 devlet gücünde olacaktır” şeklindeki kehanettir. Hem Müştak Babanın büyük Türkiye iddiası hem de Arabi’nin Osmanlı ile ilgili kehanetleri Türk Halkı nezdinde içsel bir motivasyonu beslemiş ve gelecekte oluşması beklenen büyük Türk Dünyasına yönelik inancı arttırmıştır. Kehanetlerin doğruluğu ya da yanlışlığı çok önemli değildir. Amerikalı politikacı ve Diplomasi kitabının yazarı Henry Kissinger’ın ifade ettiği gibi bir şeyin gerçek olması çok önemli değildir. Asıl önemli olan onun gerçek olarak algılanmasıdır. Bu kehanetler eğer büyük hatalar yapılmaz ise gerçekleşme olasılığı yüksek öngörülerdir.
Tarih tekerrürden ibarettir denilir. Fakat tarihten ders almayanlar dejavu misali sürekli aynı şeyleri tekrar tekrar yaşarlar da bir adım ileri gidemezler. Türk dünyası geçen yüzyılın başlarında entelektüel gelişimin ışığında geçmişte çokta rastlanmadığımız biçimde demokratik ve özgürlük esintisiyle iklimsel bir bütünsellik yaşadı ve bugün bile konuştuğumuz birçok şair, sosyolog, din adamı, felsefeci, romancı söz konusu dönemde çok önemli eserler verdi. Birçok ilim adamı yetişti ama topluma dokunanlar, yüzyılda yer tutanlar belki çağdaşlarından daha özel değillerdi ama bugüne kalanlar o dönemin iletişim araçlarında yer alanlar oldu. Kimisi dergi, kimisi gazete çıkardı, kimisi roman ve hikayeler yayınladı. Bugün bunların isim ve eserleri hafızalarımızda yer tutarken kitle iletişim araçlarını kullanmayanları maalesef hatırlayamıyoruz bile.

19. Asrın sonlarına doğru tüm Türk dünyasında ulusalcılık akımlarıyla birlikte birkaç yüzyıldır süren kötü gidişe dur demek için varoluşsal bir doğuşun yeşerdiğini görmekteyiz. Yeniden kendini tanımlama, özüne dönme, kızıl elma ile hedeflerde sürekli yenilenme, dünyaya nizam verme ve Turan ile bütünleşmenin yazıldığı, şiirleştiği, okunduğu bir dönem. Kendisine biçilmiş kefeni yırtacak, üstüne atılmış toprağı silkeleyecek, ayağına vurulmuş prangayı çıkarıp atacak bir bilinçlenme ve farkındalık dönemiydi bu dönem. 14 Kasım 1914’te Turan Gazetesi’nin sorumlu müdürü olan Nebizade Ahmet Hamdi, gazetenin ilk sayısındaki “Karilerimize” başlıklı duyuruda, bahsettiğimiz süreci şöyle anlatmaktadır:
“Gaspıralı İsmail Bey tüm Türk Dünyasının nasıl bütünleşebileceğine dair çözüm yolunu dilde işte fikirde birlik diyerek haykırıyor ve Turan illerinde yankısını alıyordu. Kazanda alim ve gazeteci Musa Bigiyef bu sese kulak verirken dil konusunda Gaspıralı İsmail Bey’i takip etmiş ve İstanbul Türkçesine yakın bir dil kullanmıştır. Türkçülük akımının önde gelen liderlerinden Yusuf Akçura Üç Tarz-ı Siyaset adlı eseriyle Türkçülük akımının manifestosuyla bu sesi güçlendirmiştir. Orenburg’dan Fatih Kerimof, Kafkasya’dan Ağaoğlu Ahmet, Hüseyinoğlu [Ali], Taşkent’ten Mahmut Behbudî Efendi, “Biz de uyumuyoruz” diye taraf taraf sesleniyorlar. Dağ [başları]nda birini kaybetmemek için vakit vakit seslenen avcılar gibi bunlar kendi dünyamızın her bucağından, sesleriyle yekdiğerine haber veriyorlar, onun her tarafını birbirine bağlıyorlar. Sonra Diyarbakır’dan Gökalp, derin [Dicle]siyle, Konya’dan Velet Çelebi ve İstanbul tepelerinden, dizlerine Türk gençliğinin sadık bir oğul aşkıyla bağlandığı canımız kadar sevdiğimiz kurtarıcı ve yaratıcı bir şair Mehmet Emin Bey’in sesini duyuyoruz, o da ufuklara her tarafa sesleniyor: “Ben geldim, biz de uyumuyoruz.” Nihayet bir ses daha işitiliyor, yerden göklere [serinlet]ici bir tatlılıkla yükselen ve göklerden yerlere, susuz dudaklara dökülen rahmet damlaları gibi serpilen bir ses, Halide Hanım’ın sesi: “Biz Türk kadınları, biz de uyumuyoruz.” diye evvelkilere cevap veriyor. Aynı zamanda Türk ilinin her köşesinde Türk milletini gölgelerinde toplayan bayraklar [dalgalanı]yor, toplayan, birleştiren, yürüten, düşünce ve inanç bayrakları. Kırım’da Tercüman, Orenburg’da Vakit, Petersburg’da İl ve Millet, Kazan’da Kuyaş, Ufa’da Durmuş, Semerkant’ta Gözgü, Bakû’da Basiret, [Hayat?], Türkistan’da Sada-yı Türkistan, Van’da Çaldıran, Erzurum’da Albayrak, Diyarbakır’da Dicle, İzmir’de [Köylü, Gençlik, Türk], Anadolu, Konya’da Osmanlı gibi Türk milliyetçisi olan bu gazeteler Türkleri karanlıklardan çekerek ovaların […]nda açılmaya başlayan tanyerine, Turan ümidine doğru götürüyorlar. Biz de şimdi, İstanbul [matbuatı]nda aynı yolda yürüyecek bayrağı çektik ve yükselttik. Türk gençliğinin kavga ve ümit bayrağı bu gazete ile biz de o kardeş bayraklara karışıyor ve onları selâmlayarak biz de onların yoluna gidiyoruz.”

20. Yüzyıl işte bu ruhla başladı ve tüm Türk Dünyasını yeni bir heyecan ile kuşattı. Osmanlıdaki gelişmeler hiç şüphesiz çok daha etkileyiciydi. 1908 de milliyetçi ve halkçı anlayışın temelini Türklük ve Türkçe oluşturuyordu. Aynı sayıda (s.1) okunan “Biz Ne İstiyoruz?” başlıklı yazı, bir yandan Turan’ın Türkçü anlayışını sergilerken, diğer yandan da Türk dünyasının aynı çizgideki başka yayın organlarına da seslenmektedir:
“Türk memleketleri uzun sürmüş ıssız, korkunç bir kıştan sonra yeni bir bahar ile yeşermek [üzere] bulunuyor. Daha düne gelinceye kadar Anadolu’da, sonuna ermiş bir Hitit medeniyeti, bir Romalı, bir [Bizan]s medeniyeti olduğu gibi orada Türk medeniyetinin de geçmişlere karışmış bir medeniyet, son satırı okunmuş, [son] sahifesi çevrilmiş bir kitap olduğu zannedilebilirdi. Yerde gökte hiçbir haber yoktu ki orada [yeni baştan] bir canlılık, bir kımıldanma doğabileceğini ümit ettirsin. Tarih dirsek yapan bir nehir gibi birdenbire yolunu değiştirdi. Ve gözlerimizi başka bir tarafa doğru çevirdi. Eski Türkistan’da [Babürlerin], Timurların dünyayı tutmuş o büyük saltanatlarından başkalarının ayakları altında ezilen toz millet haline [gelen] bir sürü, dünyanın en kudretli hükümetlerinden Çarların ardında sürüklenen küçücük hanlıklardan başka [bir şey] kalmamıştı. Kara, çürük topraklardan yeşillikler, bereketler çıkaran rüzgâr orada da esti, bize de dokundu; şimdi eski Turan’da İstanbul’a iki defa vurgun bir yürekle bakan, millet ve din aşkıyla [yüreklerini] buraya bağlılık duyan Türk oğulları yetişmeye başlıyor. Daha düne gelinceye kadar, bir dağ tepesinden [çöllere?] doğru serilip giden ovaları, boğazları seyreder gibi, insan, Akdeniz kıyılarından başlayarak, …lerden, Kuzgun Denizi’nden, Kıpçaklardan ta Asya’nın sonlarına doğru yayılıp giden o koskoca (…?) uçsuz Türk dünyasına, Türk illerine baktığı vakit, başını, üstünde fırtınalar esen bir ağaç gibi sallaya sallaya, hiçbir tarafında duyan yok, anlayan yok, yaşayan yok diye haykırmak, ağlamak istiyordu. [Türkeli] yangını gözlerimizin önündeki karanlıkları da beraber yaktı. Şimdi biz Türkeli’nin daima bakir (…?) ufkunda manevi bir sabahın göz kapağını yavaş yavaş açtığını görüyoruz. Türk illerinin her [ülk]esinden birbirini çağıran sesler yükseliyor, o yeni sabahı haber veriyor, müjdeliyor.”

Görüldüğü üzere Türk Dünyası 1800’lü yılların sonu ile 1900’lü yılların başlarında birbiriyle etkileşim içerisinde çok hareketli bir matbuat (basın-yayın) hayatı yaşamıştır.
Türk Dünyası’nın her bölgesinde gazete ve dergi yayımlanmakla birlikte yayınlar bazı bölgelerde yoğunlaşmıştır.
Yayınların yoğunlaştığı bu merkezlerin bazıları Çarlık Rusya’sında, bazıları Osmanlı Devleti’nde, bazıları da İngiltere yönetimindeki Mısır’da yer almaktadır.
Gazete ve dergi yayınlamada başlıca merkezler şunlardır:
· İstanbul,
· Kazan-Orenburg-Astrahan,
· Kahire,
· Taşkent-Buhara-Hokand,
· Kırım-Bahçesaray,
· Tiflis-Bakü
Çarlık Rusya’sında Türk Toplulukları tarafından neşredilen Türkçe gazete ve dergiler
1870-1917 yılları arasında Rusya’da 435 Türkçe Gazete ve Mecmua yayımlanmıştır.
Odak Bölgelere Göre Bazı Örnekler:
Kafkasya-Azerbaycan
64’ü 1905-1918 yılları arasında olmak üzere Rusya’da 70 civarında Azerbaycan Türkçesi Gazete ve Dergi yayımlanmıştır.
1875 yılında Tiflis’te yayımlanan Hasan Zerdabi’nin başyazarı olduğu Ekinci Gazetesi, Tiflis’te 1881 yılında önce Ziya ismiyle çıkan ve daha sonra Ziyayı Kafkasya adı ile çıkan gazete, Tiflis’te 1880’li yılların başında çıkmaya başlayan Keşkül Mecmuası, 1903-1904 yılları arasında Tiflis’te yayımlanan Şarki Rus Gazetesi, 1906 yılında Tiflis’te yayımlanmaya başlanan Molla Nasreddin Mecmuası, Bakü’de yayımlanan; Hayat, Füyuzat, İrşad, Şelale, Açık Söz Gazeteleri
Kırım
7’si 1905-1918 yılları arasında olmak üzere Kırım’da 10 civarında Tatarca Gazete ve Dergi yayımlanmıştır. 1883 yılında Kırım’da İsmail Gaspıralı tarafından yayımlanan Tercüman Gazetesi Tam adı “Tercüman-ı Ahvâl-i Zaman” olan gazete başlangıçta haftalık olarak yayımlanıyordu. İlk sayısı 320 tane satılmıştı. Bu rakam sonraları yavaş yavaş arttı ve 15-20 bin dolaylarına kadar çıktı. Tercüman, sadece Kırım’da ve Kazan’da değil Sibirya’dan Kafkasya’ya Türkiye’den Bulgaristan ve Romanya’ya kadar, Türklerin bulunduğu her yerde okunur oldu. Sonraki yıllarda, bir Türk yazarı, Tercüman’ın çıkışını şöyle tasvir edecektir: “Bahar güneşi ile dünya dirilip çiçeklendiği günlerde, uzun yıllardan beri karlı kefenlerle örtülüp ölü gibi uyuklayan Kuzey Türklerinin de ilk beyaz çiçeği -Tercüman- açıldı.”
1905 yılında Kırım’da Tercüman Gazetesi’nin eki olarak yayımlanan ve İsmail Gaspıralı’nın kızı Şefika Gaspıralı’nın yönettiği Alem-i Nisvan Mecmuası (Kadınlar Dünyası), 1906 yılında İsmail Gaspıralı’nın çıkardığı Ha Ha Ha adlı mizah Mecmuası,
Kazak
9’u 1905-1918 yılları arasında olmak üzere Kazak Türkçesi’nde 10’un üzerinde Kazakça Gazete ve Dergi yayımlanmıştır. 1899’da Omsk’da çıkmaya başlayan Stenoy Kray Gazetesi.
Kazan Tatarları
1905-1918 arasında Rusya’da 165 Tatarca Gazete ve Dergi yayımlanmıştır. St. Petersburg’da 1905’te yayımlanan Nur Gazetesi, Kazan’da 1905’te yayımlanan Kazan Muhbiri Gazetesi, Ural’da 1905’te yayımlanan Fikir Gazetesi, St. Petersburg’da 1905’te yayımlanan Ülfet Gazetesi, Kazan’da 1906 yılında çıkmaya başlayan; Yıldız, Beyanul Hak, Azat Gazeteleri, Orenburg’da 1906 yılında çıkmaya başlayan Vakit Gazetesi, Astrahan’da 1906 yılında çıkmaya başlayan Burhan-ı Terakki Gazetesi, Ufa’da 1906 yılında çıkmaya başlayan İslam Mecmuası, Ural’da 1906 yılında çıkmaya başlayan El Gasr El Cedid Mecmuası, Kazan’da 1906 yılında çıkmaya başlayan Ed-Din Ve’l Edep Mecmuası, Orenburg’da 1906’da yayımlanmaya başlayan Çekiç, Karçıga, Din ve Maişet Mecmuaları.
Taşkent
1905-1918 yılları arasında olmak üzere Özbek Türkçesi’nde 14 Gazete ve Dergi yayımlanmıştır. Taşkent’te 1906’dan sonra yayımlanmaya başlayan Terakki, Hurşit, Tüccar ve Şükrat Gazeteleri
İstanbul
İstanbul’da 1908’den sonra yayımlanan İslamcı ve Türkçü bazı gazete ve dergiler Osmanlı sınırları dışındaki Türkler tarafından da ilgiyle takip edilmiştir.

Bunlardan Sırat-ı Müstakim, başyazarlığını Mehmet Âkif'in yaptığı ve İslamcılık düşüncesinin kendini kurduğu, İslamcılık hareketinin tezlerini oluşturduğu haftalık yayınlanan bir İslami dergiydi. Türk Yurdu Cemiyeti tarafından 30 Kasım 1911 tarihinde “Türklüğe hizmet etmek, Türklere fayda dokundurmak” amacıyla yayımlanan Türk Yurdu mecmuası, Meşrutiyet döneminde yurt içinde ve yurt dışında büyük ilgi görmüş, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türk inkılabının fikri temellerinin hazırlanmasında etkili olmuştur. İkdam, 5 Temmuz 1894 ve 31 Aralık 1928 tarihleri arasında İstanbul'da yayınlanmış günlük siyasal gazetedir. İkdâm, Millî Mücadele döneminde Anadolu'ya muhabir gönderen ilk gazete olma unvanını da almıştır. Gazetenin yazarları arasında; Ahmet Rasim, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Necip Asım, Şinasi Hikmet, Teodor Kasap, Abdullah Zühdü, Vecîhî, Hüseyin Cahit, Veled Çelebi gibi isimler yer almaktadır Gazete, İkinci Meşrutiyet sonrasında İttihat ve Terakki yönetimine karşı eleştirel bir tutum aldı. Tirajı 40 bine kadar yükseldi. İkdam, yayın hayatının ilk yıllarından başlayarak dilde sadeleşme akımının öncülerinden ve Türkçülük akımının etkin savunucularından biri olmuştur.
Mısır
Mısır’da Sultan Abdülhamit döneminde (1876-1908) sürgündeki Jön Türklerin çıkardığı 40’a yakın gazete ve dergi vardır.
Bunların dışında Mısır yerlisi olan Arapların ve diğerlerinin çıkardığı ve tüm İslam alemini etkileyen El- Menar gibi dergiler ve gazeteler de vardır.
İslamcı, Türkçü, Osmanlıcı, Batıcı çizgilerde yayın yapan Türkçe (Bazıları Türkçe ve Arapça) gazetelerden bazıları:
Mizan Gazetesi, Osmanlı Gazetesi, Sancak Gazetesi, Hak Gazetesi, Enin-i Mazlum Gazetesi, Hakk-ı Sarih Gazetesi, Şurayı Ümmet Gazetesi, Anadolu Gazetesi, Türk Gazetesi, İntibah Gazetesi, İttihad-ı Osmani Gazetesi, Doğru Söz Gazetesi, Yeni Fikir Gazetesi
GELECEĞİ KURMAK İÇİN GEÇMİŞİ BİLMEK GEREK
Yirminci yüzyılın başlarında yeşeren fidanlar şartların uygun olmamasından, Osmanlı’nın ve diğer Türk Devletlerinin zayıf olmasından kaynaklı büyümedi, büyütülemedi.
Bugünlere geldiğimizde fidanlar yeniden dikildi. Artık hem şartlar uygun hem de halklar. Geçmişteki eksiklikler yeniden gözden geçirilmeli ve bu fırsat iyi değerlendirilmelidir. Yapılacak hataların telafisi yoktur ve tarihi fırsatın kaçmasına sebep olabilir.
90’ların başında 70 yıllık esaret sona erdi. Tüm Türk Dünyası tasada ve sevinçte et ve tırnak gibi oldu. Çok şükür beş Türk Cumhuriyeti bağımsızlığına kavuşurken Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Macaristan’da bütünleşme kardeşliğine dahil olma yolundalar. Dilde, işte ve fikirde birlik için kollar yeniden sıvanmalı tüm Türk Dünyasında dil için ortak alfabe, iş için tek pasaport, tek pazar, fikir için tüm ortak medeniyet unsurları yeniden kaynaştırılmalıdır. Şairler yeniden Türk Milletinin şiirlerini yazmalı, sanatçılar okumalıdır. Edebiyatçılar Türk destanlar, hikâye ve romanlar ile genç kardeşlerimizin algılarında yer tutmalıdır. Mimarlar, mühendisler, ekonomistler, müzisyenler üzerlerine düşen görevi yapmalıdır. Ama belki de en önemlisi iletişimciler samanın toprağı tuttuğu gibi sağlam kerpiçler oluşturmalı, kiremidin sudan koruduğu gibi ortak tavan oluşturmalı, rüzgârın tohumları yaydığı gibi kardeşliğimizi bütün Turan illerine ulaştırmalıdır. Kızıl elma gazete yazılarıyla, dizilerle, filmlerle Türk insanının zihnine yeniden kazınmalıdır.
20. Asrın yazarları, gazeteleri, felsefecileri, şairleri, bilim adamları hangi saiklerle yola çıkmış ve bayrak yarışının neresine kadar gelmişse artık bize düşen görev aynı saiklerle bu yarışı başarıyla sonlandırmaktır. Geçen yüzyılda gözleri açık gitmiş kardeşlerimize kapatın gözlerinizi ve rahat uyuyun demek bize düşen sorumluluktur.
Bize düşen görev Atatürk’ün “Ankara’da basılan bir gazetenin, Türkiye’den Uygur’lara kadar tüm Türkler tarafından okunup anlaşılmasıdır.” dediği en büyük hayalini gerçekleştirmektir.
Kaynakça
Türk Yurdu Dergisi Nisan 2011 - Yıl 100 - Sayı 284
Not: Bu makale ICT MEDIA Dergisi'nin Eylül 2023 sayısında yayınlanmıştır. Makalenin PDF versiyonuna https://www.sezaiturk.com sitesinin"Makaleler" sayfasından ulaşabilir, linkten indirebilirsiniz....
Comments